Kolluk Görevlileri Tarafından Orantısız Güç Kullanılması Sonucu Ölümün Meydana Gelmesi Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlal Edilmesi İddiası


Anayasa Mahkemesinin Karara İlişkin Basın Açıklaması İçin Tıklayın

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BİNALİ CAMGÖZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/36978)

 

Karar Tarihi: 26/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 17/8/2022-31926

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucular

:

1. Binali CAMGÖZ

 

 

2. Filiz AYDOĞAN

 

 

3. Turgay Poyraz CAMGÖZ

Başvurucular Vekili

:

Av. Eylem SOYLU

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, kolluk görevlileri tarafından gereksiz ve orantısız güç kullanılması sonucu ölümün meydana gelmesi ve ölüm olayına ilişkin olarak soruşturma izni verilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 7/11/2019 tarihinde yapılmıştır.
  5. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  6. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar şöyledir:
  2. Başvurucuların yakını olan 16/1/2003 doğumlu Y.C.C.nin İzmir’in Bayraklı ilçesinde bir parkta uyuşturucu madde kullandığı, üç farklı kişi tarafından 24/9/2017 tarihinde 155 Polis İmdat hattı aranarak ihbar edilmiştir. Bilirkişi tarafından çözümü yapılan İhbar Tutanağı’na göre birinci ihbar eden, parkta bir çocuğun uyuşturucu kullandığını, hareketlerinin tuhaflaştığını belirterek polis ekibi gönderilmesini istemiş; ikinci ihbar eden ise uyuşturucu kullanan çocuk nedeniyle tedirgin olduklarını belirtmiş; üçüncü ihbar eden de parkta uyuşturucu madde kullanan bir çocuk olduğunu bildirmiştir.
  3. Anılan ihbarlar üzerine M.C. ve S.P. isimli iki polis memuru derhâl olay yerine gelmiştir. Polis memurları ile Y.C.C. arasında yaşanan arbedede polis memurlarının biber gazı sıkması neticesinde fenalaşan Y.C.C. kaldırıldığı hastanede aynı gün hayatını kaybetmiştir.
  4. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olayla ilgili olarak derhâl soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet savcısı, olay yerine gelerek Olay Yeri İnceleme ekibiyle birlikte çeşitli araştırmalar yapmıştır. 24/9/2017 tarihli Olay Yeri İnceleme Tutanağı’nda olay yerindeki parkta üç çakmak gazı tüpünün bulunduğu belirtilmiş, Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından olay yerinin fotoğrafları çekilmiş, olay yerinden alınan metal tüp kutularının ağız kısımlarından DNA incelemesi yapılmak üzere svap alınmıştır.
  5. Başsavcılık ayrıca ölü muayene işlemi yapmış, Y.C.C.nin kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla klasik otopsi yapılmasına karar vermiştir.
  6. Başsavcılık; Adli Tıp Kurumundan polis memurunun sıktığı biber gazının ölüme neden olup olmadığı, polis memurunun eylemleri ile ölüm olayı arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığını sormuştur. İzmir Adli Tıp Kurumu 1. Adli Tıp İhtisas Kurulu (Adli Tıp Kurulu) tarafından düzenlenen 28/3/2018 tarihli otopsi raporunda; ölümün çakmak gazı ve esrar kullanmış, biber gazına maruz kalmış kişinin boğuşma sırasında sinir uçlarının ani şekilde uyarılmasına bağlı olarak gelişen solunum ve dolaşım depresyonu sonucu meydana gelmiş olduğu değerlendirilmiştir. Otopsi raporunda ayrıca cesetten alınan kanda, idrarda ve nazal sürüntüde esrar metaboliti bulunduğu, akciğer üst lobundan alınan doku örneklerinde ise çakmak gazı bulunduğu belirtilmiştir.
  7. Başsavcılık, İzmir İl Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliğinden olay yerini gören tüm güvenlik kameralarının ve MOBESE görüntülerinin temin edilmesini, İzleme Tutanağı’nın düzenlenmesini, olaya müdahale eden 112 sağlık ekibinin tanık olarak ifadelerinin alınmasını, olayın bildirilmesine ilişkin iletişim kayıtlarının dökümünün temin edilmesini, olayın meydana geldiği yerde görgü tanığı bulunup bulunmadığının saptanmasını, müteveffanın üzerinde bulunan giysiler ve olay yerinde bulunan çakmaklar üzerinde inceleme yapılmasını, çakmak gazı şişelerinin üzerinde parmak izi incelemesi yapılmasını istemiştir.
  8. Başsavcılık, temin ettiği kamera görüntülerine ilişkin olarak bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen 8/10/2017 tarihli raporda; polis memurunun ölenin karşısına geçtiği, ölenin kafa ve omuz bölgesi arasına elini uzatarak öleni tuttuğu, ölenin iki eliyle bundan kurtulmak için hamle yaptığı, polis memurunun elini çektiği, daha sonra ölenin ayağa kalktığı, polis memuru ile birbirlerini iteklemeye başladıkları, bir ara birbirlerine sarılarak kendi eksenleri etrafında birkaç kez döndükleri ve dengelerini kaybetmeleri üzerine polis memuru üstte kalacak şekilde yere düştükleri, vücutlarının bir kısmının kamera açısına göre bodur bir ağacın arkasında kaldığı belirtilmiştir. Diğer kamera açısına göre aracı park eden polis memurunun boğuşmayı gördüğü, aracından inerek olay yerine koştuğu, yerde yatar pozisyonda olan ölenin ve polis memurunun bulunduğu alanda bir hareketliliğin yaşandığı ancak parkta bulunan ağaçların kamera açısını kapaması nedeniyle eylemlerin ne olduğunun anlaşılamadığı, bir ayak savurma hareketinin görüldüğü, bu ayağın kime ait olduğunun anlaşılamadığı, ölene ait olduğu düşünülen ayağın havaya doğru kalktığının görüldüğü, olayın devamında iki polis memurunun olay yerinde hareket hâlinde oldukları tespit edilmiştir. Raporda ayrıca olayın başlangıcından son bulduğu ana kadarki görüntülerin ortalama iki dakika olduğu belirtilmiştir.
  9. Görgü tanığı Y.B.K.nın Cumhuriyet savcısı tarafından alınan 5/10/2017 tarihli ifadesi şöyledir:

“…24/09/2017 tarihi saat 15:00 civarlarında eşim ve çocuklarımla birlikte k… alışveriş merkezinden ikametime gelip aracımı park edeceğim sırada parka çapraz tarafta bulunan park içerisinde 14 yaşlarında elinde kırmızı sarı renk olduğunu hatırladığım ve çakmak gazı tüpü olduğunu zannettiğim 3 adet tüp ile bazen oturarak bazen ayakta gördüğüm çocuk söz konusu tüplerin sıkılma kısmının olduğu kısımlar çıkarılmış sadece pipet kısmı vardı ve ağzına sokup pipet kısmından gaz çekiyordu. Daha doğrusu tüpün içinde ne varsa onu çekiyordu. Eşim ve çocuklarım ikamete girdikten sonra ben kendi aracımda küçük bir problem vardı ona bakabilmek amacıyla aracın başında beklediğim sırada çocuk parkın içerisinde bulunan banka oturdu. Bir süre sonra iki tane polis memuru çocuğun oturduğu parka farklı giriş noktalarından girdiler. Önce zayıf yapılı polis memurunun çocuğun yanına giderek eğildiğini gördüm. Sanırım çocuğun ne yaptığını ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Benim bulunduğum açıda çocuğun oturduğu bankın yaklaşık 10-15 metre arkasıydı. Bu yüzden aralarındaki münasebeti de görebilecek durumdaydım. Çocuk birden bire polis memuruna ‘ananızı s…, o… çocukları’ şeklinde bağırarak oturduğu banktan kalkıp tekme yumruk ile polis memuruna direk saldırdı. Polis memuru çocuğu engellemek amacıyla çok sert olmayacak şekilde çocuğu tutmaya çalıştı. Bu esnada aralarında bir itiş kakış oldu. Polis memuru çocuğu kendisine saldırdığından dolayı yere yatırdığı esnada diğer polis memuru da geldi. Benim kanaatime göre polis memuru çocuğa sadece kendisine zarar vermemesi için çok sert olmayacak şekilde engellemeye çalıştı. Polis memuru çocuğu yere yatırdığında çarpma şeklinde değil yumuşak bir şekilde yatırdı. Bu esnada her iki polis memuru da yerde yatan çocuğa benim polislerin kullandığı biber gazı olduğunu düşündüğüm iki tane tüple bir kez fıs şeklinde sıktılar. Yani her iki polis memuru da yerde yatan çocuğa 1-2 saniyeyi geçmeyecek şekilde bir kez fıs şeklinde gaz sıktılar. Bu sırada ben olay yerinden ayrıldım. Ben olay yerinden ayrıldığımda çocuk yerde başında da yukarıda bahsettiğim iki polis memuru vardı. Benim bu anlattığım olayların süresi en fazla 1-1,5 dakika sürmüştür. Benim olaya ilişkin bütün bilgim görgüm bundan ibarettir…”

  1. Polis memuru M.C.nin kolluk kuvvetleri tarafından alınan 24/9/2017 tarihli ifadesi şöyledir:

” …24/09/2017 tarihi saat 14:00 sıralarında ilimiz haber merkezi Postacılar mahallesi 1844/18 sokakta bulunan trafo binasının yanında parkta uyuşturucu madde alan şahıs olduğunu anons etti biz de yanımda ekip memuru arkadaşım olan [S.P.] ile 73327 kod nolu ekip olarak olay yerine intikal ettik. Olay yeri parka intikal ettiğimizde parkın orta bölümünde bankta oturmakta olan ve daha önce yapmış olduğu olaylardan tanıdığım [Y.C.C.nin] bankta oturduğunu gördüm, ekip arkadaşım olan [S.P.] ekip otosundan indi ve şahsın yanına doğru giderken bende aracı şahsın kaçma ihtimaline karşı parkın hemen karşı tarafına geçtiğim esnada ekip arkadaşım olan [S.nin] üzerine doğru [Y.C.C.nin] yürüdüğünü gördüm ve aniden [Y.C.C.] arkadaşıma saldırdı. Ve ben de hemen aracımı durdurdum ve yanlarına koştum. [Y.C.C.] ve polis arkadaşım yerdeydi. Benim olaya müdahale etmem ile birlikte [S.P.] yerden kalktı ancak [Y.C.C.] isimli şahıs hala agresif hareketler yaparak direnerek bize saldırmaya devam etti bunun üzerine ekip arkadaşım şahsı etkisiz hale getirmek için şahsa 1 metrelik mesafeden 2 saniyeyi geçmeyecek şekilde bir fıs tabir edilen şekilde biber gazını kullandı. [Y.C.C.] isimli şahıs yine agresif hareketlerle bağırmaya devam etti, daha sonra yerde yatarken nefes almakta zorluk çektiğini farkettim bunun üzerine ekip arkadaşım elini [Y.C.C.nin] ağzına götürerek boğazının içinde olan dilini dışarı doğru çekti ve nefes almasını sağlamaya çalıştı. Ben şahsın kafasını yan çevirdim. Daa sonra ekip arkadaşım [S.P.] ve ben hem telefon ile hem de telsiz marifeti ile anons ederek hemen 112 Acil ambulansı aradık ve konunun acil olduğunu bildirerek 112 ambulansının ivedi olmasını istedik. Olay yerine gelen 112 görevlileri şahısa olay yerinde müdahale etti ve oradan da alarak [M.] hastanesine götürdü. [Y.C.C.] isimli şahsı önceki olaylardan dolayı tanırım ancak aramızda herhangi bir husumet yoktur…”

  1. Polis memuru S.P.nin kolluk kuvvetleri tarafından alınan 24/9/2017 tarihli ifadesi şöyledir:

” …24/09/2017 günü saat 14:00 sıralarında ilimiz haber merkezi Postacılar mahallesi 1844/18 sokakta bulunan trafo binası yanında parkta uyuşturucu madde alan şahıs olduğunu anons etti biz de yanımda ekip memuru arkadaşım olan [M.C.] ile 73327 kod nolu ekip olarak olay yerine intikal ettik. Olay yeri parka intikal ettiğimizde parkın orta bölümünde bankta oturmakta olan ve ekip amirim olan [M.C.nin] daha önce yapmış olduğu olaylardan dolayı tanıdığı [Y.C.C.] her iki elinde kırmızı renkli çakmak gazı tüpü olduğu halde bankta oturduğunu gördük, [Y.C.C.ye] elinde ne olduğu ve parkta ne yaptığını sorduğumuzda şahıs ayağa kalkarak ‘ne yapıyorsak yapıyoruz görmüyor musun ne yaptığımı’ dedi. Ben de şahsa parktan uzaklaşması gerektiğini ve bu elinde bulunan gazı çekmemesini söylemem üzerine şahıs elimdeki tüpleri yere çimlerin üzerine attıktan sonra benim üzerime doğru yürüyerek ‘senin ananı avradını s… o… çocuğu’ diyerek küfür etmeye başladı. Daha sonra [Y.C.C.] sol bacağıma denk gelecek şekilde sert bir tekme attı ve beni darp etmeye başladı ve beni tutarak hareketlerimi engelledi bana saldırdı. Ben silahımı ve kendimi korumak için boğuşma yaşadım. ve [Y.C.C.nin] vücut direncini kırmak amacıyla yere yatırmaya çalıştım benim vücuduma sarıldığı için dengemi kaybettim ve yere düştük. Yerde de saldırgan hareketlerine devam etti. Yerde de kendisini etkisiz hale getirmeye çalıştım ve ayağa kalkarak belimde takılı vaziyette olan biber gazını yaklaşık bir metrelik mesafeden 2 saniyeyi geçmeyecek şekilde bir fıs tabir edilen şekilde biber gazını kullanmak zorunda kaldım. Kullanmış olduğum biber gazı [Y.C.C.] isimli şahsın yanak sağ kısmından ense gerisine doğru geldiğini gördüm. Şüpheli [Y.C.C.] isimli şahıs agresif hareketlerle bağırmaya devam etti ve daha sonra yerde yatarken nefes almakta zorluk çektiğini farkettim ve boğazına dilinin kaçmış olabileceğini düşünerek elimi [Y.C.C.nin] ağzına götürerek boğazının içinde olan dilini dışarı doğru çektim ve nefes almasını sağlamaya çalıştım. Ekip arkadaşım [S.P.] ve ben hem telefon ile hem de telsiz marifeti ile anons ederek hemen 112 Acil ambulansı aradık ve kounun acil olduğunu bildirerek 112 ambulansının ivedi olmasbı istedik. Olay yerine gelen 112 görevlileri şahısa olay yerinde müdahale etti ve oradan da alarak [M.] Hastanesine götürdü.

[Y.C.C.] isimli şahıs bana direnerek ve beni darp ederek vücudumun çeşitli yerlerinde morluklar ve yaralar oluşmasına sebep olmuştur. Bu yaralar ile alakalı olarak doktor raporu aldım. [Y.C.C.yi] ilk kez olay anında gördüm. Ve kendisi ile daha önceden bir münasebetim olmamıştır…”

  1. Soruşturma aşamasında ayrıca başvurucu Binali Camgöz, 112 Acil Servis görevlileri ve ilgili diğer kişiler tanık sıfatıyla dinlenilmiştir. 112 Acil Servis görevlisi doktor E.B. kolluk görevlileri tarafından alınan ifadesinde olay günü 155 ihbar hattından gelen bilgi üzerine acil tıp teknisyeni G.B. ve şoför F.B. ile birlikte olay yerine gittiklerini, Y.C.C.nin yerde yattığını gördüklerini, Y.C.C.de herhangi bir darp izinin bulunmadığını, solunum, dolaşım ve nabzının olmadığını, acil tıp teknisyeni ile birlikte kişiye müdahale ettiklerini, kalp masajı yaparak solunum cihazı bağladıklarını, damar yolu açarak serum ve adrenalin verdiklerini, 50 dakika boyunca düzensiz kalp ritminden başka bir sonuç elde edemeyince Y.C.C.yi hastaneye teslim ettiklerini belirtmiştir. Acil tıp teknisyeni G.B. ve şoför F.B. de kolluk tarafından alınan beyanlarında benzer şekilde anlatımlarda bulunmuştur.
  2. Polis memuru S.P. hakkında 24/9/2017 tarihinde düzenlenen raporda; sağ ve sol dirsek ile kol iç yüzeylerdeabrazyon(sıyrık), sol bacakta ekimoz (çürük) olduğu, S.P.nin basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralandığı belirtilmiştir.
  3. Polis memurları hakkında başlatılan disiplin soruşturmasında savunmaları alınan polis memurları 28/2/2018 tarihli ifadelerinde benzer nitelikte anlatımlarda bulunmuştur. Yapılan disiplin soruşturması kapsamında tanık Y.B.K.nın da beyanı alınmıştır. Tanık Y.B.K. 5/4/2018 tarihli beyanında olay günü olay yerine çok yakın bir yerde aracını park ettiğini, Y.C.C.nin bankta oturarak çakmak gazı tüpü çektiği sırada polis ekibinin olay yerine geldiğini, bir polis memurunun çocuğun göz hizasına eğilip ne yaptığını anlamaya çalışması üzerine çocuğun yüksek sesle polis memuruna küfrederek saldırdığını, kafa attığını, çocuğun polisten daha iri yapılı olduğunu, kısa bir itiş kakıştan sonra polis memurunun çocuğu yere yatırdığını, diğer polis memurunun da o esnada yetiştiğini, çocuğa müdahale ederken bir veya iki saniye biber gazı sıktıklarını, polislerin darp eyleminde bulunmadıklarını beyan etmiştir.
  4. 16/7/2018 tarihinde disiplin soruşturmasına esas olmak üzere Mülkiye Başmüfettişi M.H.G. ve Polis Başmüfettişi M.K. tarafından araştırma raporu düzenlenmiş, araştırma raporunda Ölü Muayene Tutanağı ve otopsi raporuna göre ölende darp ve cebir izine rastlanmadığı, biber gazının da ölüme neden olacak şekilde kullanılmadığı, polise direnen ölenin direncini kırmak için biber gazı kullanan S.P.nin yetkisini aşan bir eylemde bulunmadığı belirtilmiştir. Anılan araştırma raporu Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilmiş, Emniyet Genel Müdürlüğünün dosyanın işlemden kaldırılması talebiyle araştırma raporunu İzmir Valiliğine göndermesi üzerine Valilik 18/12/2018 tarihinde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermiştir.
  5. Başsavcılık 27/6/2018 tarihinde İzmir Valiliğinden Bayraklı İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları S.P. ve M.C.nin eylemlerinin taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturduğunu belirterek şüpheli polis memurlarının kamu görevlisi olması ve suçun görevleri sırasında ve görevleri sebebiyle işlenmiş olması nedeniyle 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’a göre soruşturma izni istemiştir.
  6. İzmir Valiliği, İçişleri Bakanlığına yazı yazarak soruşturmanın -müfettiş bilgi ve tekniği gerektirmesi nedeniyle- müfettiş tarafından yapılmasının uygun görüldüğünü bildirmiştir. İçişleri Bakanlığı 20/4/2019 tarihinde Mülkiye Başmüfettişi İ.A.E. ve Polis Başmüfettişi T.T.yi ön incelemeci olarak görevlendirmiştir. Ön incelemeciler, polis memurları S.P. ve M.C.nin savunmalarını almıştır. 16/7/2018 tarihinde disiplin soruşturmasına esas olmak üzere Mülkiye Başmüfettişi M.H.G. ve Polis Başmüfettişi M.K. tarafından düzenlenen araştırma raporunda ve Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma dosyasında yer alan deliller değerlendirilmiştir. Polis memurları S.P. ve M.C. hakkında idari soruşturma yapılarak düzenlenen 14/5/2019 tarihli ön inceleme raporunda soruşturma izni verilmemesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Ön inceleme raporunda; ölenin park içinde gaz kokladığının ve uyuşturucu kullandığının başvurucuların ifadesi ve diğer ifadelerle sabit olduğu, bunun Adli Tıp Kurulu raporu ile de desteklendiği, kamera kayıtlarının incelenmesi sonucu alınan bilirkişi raporunda da polis memuru S.P.nin ölenin yanına gittiğinde direkt olarak müdahale ettiğine dair bir hususun belirtilmediği, tanık ifadesine göre de ölenin polis memuru S.P.ye sinkaflı sözlerle hakaret ederek bağırdığı ve saldırdığı, devamında polis memurunun zor kullanma yetkisi çerçevesinde biber gazı ile müdahalede bulunduğu, bu nedenlerle soruşturma izni verilmemesi görüş ve kanaatine varıldığı ifade edilmiştir.
  7. Bayraklı Kaymakamlığı (Kaymakamlık) tarafından ön inceleme raporunda yer alan gerekçelerle ön inceleme raporu doğrultusunda 20/5/2019 tarihli kararla soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
  8. Başvurucular polis memurlarının gerekmediği hâlde görev sınırlarını aşarak biber gazı kullandıklarını, idarenin delillerin toplanmasını ve delillerin takdirini mahkemeye bırakması gerektiği hâlde hatalı değerlendirme ile soruşturma izni verilmemesine karar verdiğini belirterek soruşturma izni verilmemesine dair karara itiraz etmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesi Başkanlığı (Bölge İdare Mahkemesi) 10/9/2019 tarihli kararla polis memurları hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeterli ve makul şüphe bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesinin Başkanı soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeterli ve makul şüphe bulunduğu gerekçesiyle karşıoy kullanarak anılan karara katılmamıştır.
  9. Başsavcılık 1/10/2019 tarihinde, Kaymakamlık tarafından soruşturma izni verilmemesine dair karara itirazın reddedilerek kesinleşmesi nedeniyle soruşturma koşulunun gerçekleşmediğini belirterek inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.
  10. Soruşturma izninin verilmemesine itirazın reddine dair karar başvuruculara 8/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  11. İLGİLİ HUKUK
  12. Ulusal Hukuk
  13. 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ’nun“Temel ilkeler”kenar başlıklı 4. maddesi şöyledir:

(1) Bu Kanunun uygulanmasında, çocuğun haklarının korunması amacıyla;

  1. a) Çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması,
  2. b) Çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi,
  3. c) Çocuk ve ailesinin herhangi bir nedenle ayrımcılığa tâbi tutulmaması,
  4. d) Çocuk ve ailesi bilgilendirilmek suretiyle karar sürecine katılımlarının sağlanması,
  5. e) Çocuğun, ailesinin, ilgililerin, kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği içinde çalışmaları,
  6. f) İnsan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi,
  7. g) Soruşturma ve kovuşturma sürecinde çocuğun durumuna uygun özel ihtimam gösterilmesi,
  8. h) Kararların alınmasında ve uygulanmasında, çocuğun yaşına ve gelişimine uygun eğitimini ve öğrenimini, kişiliğini ve toplumsal sorumluluğunu geliştirmesinin desteklenmesi,
  9. i) Çocuklar hakkında özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirler ile hapis cezasına en son çare olarak başvurulması,
  10. j) Tedbir kararı verilirken kurumda bakım ve kurumda tutmanın son çare olarak görülmesi, kararların verilmesinde ve uygulanmasında toplumsal sorumluluğun paylaşılmasının sağlanması,
  11. k) Çocukların bakılıp gözetildiği, tedbir kararlarının uygulandığı kurumlarda yetişkinlerden ayrı tutulmaları,
  12. l) Çocuklar hakkında yürütülen işlemlerde, yargılama ve kararların yerine getirilmesinde kimliğinin başkaları tarafından belirlenememesine yönelik önlemler alınması, ilkeleri gözetilir.”
  13. 5395 sayılı Kanun’un “Çocuğun nakli” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

“(1) Çocuklara zincir, kelepçe ve benzeri aletler takılamaz. Ancak; zorunlu hâllerde çocuğun kaçmasını, kendisinin veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri bakımından doğabilecek tehlikeleri önlemek için kolluk tarafından gerekli önlem alınabilir.”

  1. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun“Zor ve silah kullanma”kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

  1. a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
  2. b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

  1. a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,
  2. b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,
  3. c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,
  4. d) (Ek: 27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.”

  1. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun“Temel İlkeler, Tanımlar ve Uygulama Alanı”başlıklı Birinci Kısmı’nın “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı İkinci Bölümü’nde yer alan “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:

“(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.”

  1. 5237 sayılı Kanun’un“Meşru savunma ve zorunluluk hali”kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

“(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

 (2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

  1. 5237 sayılı Kanun’un 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değiştirilen” Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak”kenar başlıklı 191. maddesi şöyledir:

“(1) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Bu suçtan dolayı başlatılan soruşturmada şüpheli hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, beş yıl süreyle kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilir. Cumhuriyet savcısı, bu durumda şüpheliyi, erteleme süresi zarfında kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davranmadığı veya yasakları ihlal ettiği takdirde kendisi bakımından ortaya çıkabilecek sonuçlar konusunda uyarır.

(3) Erteleme süresi zarfında şüpheli hakkında asgari bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanır. Bu süre Cumhuriyet savcısının kararı ile üçer aylık sürelerle en fazla bir yıl daha uzatılabilir. Hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen kişi, gerek görülmesi hâlinde denetimli serbestlik süresi içinde tedaviye tabi tutulabilir.

(4) Kişinin, erteleme süresi zarfında;

  1. a) Kendisine yüklenen yükümlülüklere veya uygulanan tedavinin gereklerine uygun davranmamakta ısrar etmesi,
  2. b) Tekrar kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması,
  3. c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması,

hâlinde, hakkında kamu davası açılır.

(5) Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlal nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz.

  1. 4483 sayılı Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir.”

  1. 4483 sayılı Kanun’un “Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler” kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.

(Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.

(Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir…”

  1. 4483 sayılı Kanun’un“Ön inceleme”kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır.”

  1. 4483 sayılı Kanun’un“Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor”kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.

Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur.”

  1. 4483 sayılı Kanun’un“İtiraz”kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir…

… Verilen kararlar kesindir.”

  1. Uluslararası Hukuk
  2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen ve yaşam hakkından mahrum bırakmanın meşru sayılabileceği durumlar -bununla sınırlı olmamakla birlikte- kasten yol açılan ölüm olaylarına da gönderme yapmaktadır. Madde metnini bir bütün olarak değerlendiren AİHM, anılan fıkra hükmünün bir bireyin kasti olarak öldürülmesine izin verilen durumları değil istenmeyen bir sonuç olarak bir bireyin yaşamının sonlanmasına yol açabilecek şekilde güç kullanımına izin verilen durumları tanımladığı şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmektedir. AİHM’e göre (2) numaralı fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde öngörülen amaçların gerçekleştirilmesi için güç kullanımı kesinlikle zorunlu olandan daha fazla olmamalıdır (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık[BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 148;Giuliani ve Gaggio/İtalya, B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 175).
  3. Bu bağlamda AİHM bazı koşullar altında kolluk kuvvetleri tarafından ölüme yol açılacak şekilde güç kullanılmasının Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlaline yol açmadığını kabul etmekle birlikte düzenlemenin açık bir çek olarak değerlendirilemeyeceğini, kamu ajanlarının yetkilerinin açıklıkla düzenlenmediği ve keyfîliğe açık her bir durumun insan haklarının etkin bir şekilde korunması amacıyla bağdaşmayacağını öngörmektedir. Bu nedenle ilgili mevzuat, yalnızca güç kullanmasına izin verilen ajanların yetkilerini saymakla yetinmemelidir. Kolluğun güç kullanmasını gerektirebilecek operasyonlar bu yönden keyfîliğin, istenmeyen ve önlenebilir sonuçların önüne geçecek, yetki aşımını engelleyebilecek şekilde etkin ve yeterli önlemler içeren bir çerçeve içinde düzenlenmelidir (Makaratzis/Yunanistan, § 58).
  4. Kamu ajanlarının güç kullanımı gerektirebilecek operasyonlarının değerlendirmesi yapılırken sadece gücü fiilen kullanan görevlilerin eylemlerinin değil operasyonun planlanması ve kontrolü de dâhil bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (McCann/Birleşik Krallık,§ 150). Kolluk görevlilerinin uluslararası standartları da gözönünde bulundurarak güç ve silah kullanabilecekleri sınırlı durumlara ilişkin yasal ve idari çerçeve o şekilde oluşturmalıdır ki kolluk görevlileri, gerek planlı operasyonlarda gerekse tehlikeli olduğu düşünülen bir kişinin yakalanması gibi aniden gelişen durumlarla karşılaştıklarında kullanacakları yetkinin kapsamı konusunda boşlukta kalmamalıdırlar (Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 59).
  5. Öte yandan Sözleşme’nin 2. maddesinin bireysel başvuru mekanizması çerçevesinde taşıdığı ağırlığı gözönünde bulunduran AİHM, anılan maddenin maddi yönünden ayrı olarak yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının etkili bir şekilde soruşturulması yükümlülüğünü içeren usule ilişkin boyutunun bulunduğu yönünde içtihat geliştirmiştir. Belirtilen usul yükümlülüğünün ihmal edildiği ve kamu ajanlarının yaşam hakkı yönünden yalnızca negatif yükümlülüklerinin bulunduğunun kabul edildiği bir ortamda oluşturulmaya çalışılan koruma mekanizmasının uygulamada etkili olmasının olanaklı olmayacağı kabul edilmektedir. Bu itibarla Sözleşme’ye taraf olan tüm devletler, bir ölüm olayı gerçekleştiğinde yaşamı korumak amacıyla çizilen yasal ve idari çerçeveye uygulamada da işlerlik kazandıracak şekilde ihlalin ortadan kaldırılması ve faillerin cezalandırılması konusunda -yasal veya idari- kendisine tanınan tüm imkânlarla gerekli tepkiyi vermelidir (Armani Da Silva/Birleşik Krallık[BD], B. No: 5878/08, 30/3/2016, §§ 229, 230;Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 298).
  6. İNCELEME VE GEREKÇE
  7. Anayasa Mahkemesinin 26/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  8. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
  9. Başvurucular; oğulları Y.C.C.nin kendi hâlinde oturmakta iken polis memurları tarafından yere yatırılarak darbedildiğini, gerekmediği hâlde üzerine biber gazı sıkılarak ölümüne sebebiyet verildiğini, müdahalenin sınırını aşan polis memurları hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verildiğini, yapılan itirazlarının da reddedildiğini, anılan kararda soruşturma yapılmasını gerektirecek makul şüphe olduğunu belirten muhalefet şerhi bulunduğunu, ön inceleme soruşturmasının İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Müdürlüğünce yürütüldüğünü, hakkında soruşturma yapılanların da polis olması nedeniyle soruşturmanın tarafsız olmadığını, soruşturmanın cezasızlıkla sonuçlandırıldığını, ön inceleme raporunu hazırlayanlar tarafından kendilerinin ifadelerinin alınmadığını belirterek Anayasa’nın 17., 36.,40. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  10. Bakanlık; Cumhuriyet savcısının suç ihbarını öğrenir öğrenmez resen harekete geçtiğini, tanık beyanları, kolluk tutanakları, hekim raporları, otopsi raporu, bilirkişi raporları, adli tıp mütalaası ve diğer tüm delilleri eksiksiz şekilde dosya arasına alarak delilleri topladığını, başvurucuların ve vekilinin de soruşturmaya aktif olarak katılmasını sağladığını, başvurucuların talepleri doğrultusunda ilgili birimlere müzekkereler yazarak gerekli delilleri topladığını, şüpheliler hakkında soruşturma yürütülmesi gerektiği kanaatine vararak soruşturma izni istediğini belirtmiştir.
  11. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda belirttikleri hususlarla benzer nitelikte beyanda bulunmuştur.
  12. Değerlendirme
  13. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

  1. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

  1. İncelemenin Kapsamı Yönünden
  2. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü zorunlu olmamasına rağmen, üstelik orantısız şekilde güç kullanılması sonucu ölüm meydana gelmesine ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesine ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların şikâyeti yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.
  3. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  4. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan olayda ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular olayda yaşamını yitiren kişinin annesi, babası ve kardeşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
  5. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  6. Esas Yönünden
  7. Yaşam Hakkının Maddi Boyutu Yönünden
  8. Genel İlkeler
  9. Devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Anılan bu yükümlülük, hem kasıtlı öldürme hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımı için geçerlidir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).
  10. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının da şüphesiz devletin sahip olduğuhiçbir bireyin yaşamına son vermemenegatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde (bkz. § 30) belirtildiği üzere güç kullanımı, bedenî kuvvet, diğer maddi güç araçları veya silah kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir (Cemil Danışman, § 44).
  11. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasına göre kamu görevlilerince güç kullanılmasının bir anlamda en ağır düzeyini ifade eden silah kullanımınameşru müdafaaile yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi gibi kuralda sayılan durumlara cevaz verilebilecektir. Ancak söz konusu durumlarda, öldürücü kuvvete başvurulmasının yaşam hakkının ihlalini doğurmaması için güç kullanmayı gerekli kılacak zorunlu bir durumun varlığı şartı aranacaktır (Cemil Danışman, § 45).
  12. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

  1. Bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli sınırlama koşullarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin temel haklarından mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile temel hakkından mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).
  2. Ölçülülük ilkesielverişlilik,gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
  3. Anayasa’nın yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin hükümleri ile Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına, başka bir çarenin kalmadığımutlak zorunlu durumlardave -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- ölçülü bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).
  4. Öldürücü gücün Anayasa’da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyleson çare olarakkullanılması zorunluluğu ve yaşam hakkının dokunulmaz niteliği dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2015, § 117).
  5. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Nesrin Demir ve diğerleri,§ 108). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiği ve nasıl bir seyir izlediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman,§ 57).
  6. Ayrıca ölümle sonuçlanan olayın gerçekleşme şartlarının dikkate alınması, kendisine karşı güç kullanılan kişinin önceki eylemlerinin ve kendisinin yarattığı tehlikenin de değerlendirilmesi gerekir (Cemil Danışman,§ 63).
  7. İlkelerin Olaya Uygulanması
  8. Başvurucuların kolluk görevlilerince yakınlarına yönelik maddi güç kullanıldığı iddiası kolluk görevlileri tarafından kabul edilmekte olup ihtilaf konusu değildir. Başvurucular, kolluk görevlilerinin ve soruşturma izni verilmemesi kararı ile anılan karara itirazın reddine karar veren yetkili mercilerin kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığı yönündeki değerlendirmelerinden yakınmaktadır.
  9. Parka gelerek Y.C.C.nin gaz kokladığını gören kolluk görevlisi S.P., Y.C.C. ile konuşmaya çalışmış; bunun üzerine aralarında tartışma başlamıştır. S.P.nin elini Y.C.C.nin omzuna koyması üzerine Y.C.C. bundan kurtulmak için hamle yapmış, S.P. de elini çekmiştir. Y.C.C.nin ayağa kalkması üzerine taraflar birbirlerini iteklemeye başlamış, birbirlerine sarılarak daha sonra yere düşmüşlerdir (bkz. § 14). Kolluk görevlisi M.C. yaşanan arbedeyi görerek olay yerine koşmuştur. Bu sırada yerden kalkan S.P. yerde bulunan Y.C.C.nin direnmeye devam etmesi üzerine bir fıs biber gazı sıkmıştır. Her ne kadar görgü tanığı Y.B.K. iki polis memurunun da biber gazı sıktığını iddia etmiş ise de bu çelişkinin giderilmesi için soruşturma mercileri tarafından tanığa veya polis memurlarına bu konuda soru sorulmamıştır. Polis memurları birbiriyle uyumlu ve tutarlı beyanlarında yalnızca polis memuru S.P.nin biber gazı sıktığını belirtmiştir. Olay yerini gören kamera kayıtlarının bilirkişi tarafından çözülmesi sonucu hazırlanan rapora göre yerde bulunan Y.C.C. tekme savurmuş, kolluk görevlilerine direnmiş, bunun üzerine kolluk görevlisi S.P. güç kullanmak zorunda kalmıştır. Bir başka deyişle kolluk görevlisinin güç kullanmasının gerekli olmadığı söylenemeyecektir. Ancak bu gücün orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
  10. Kullanılan gücün şiddetinin değerlendirilmesinde kolluk görevlilerinin belli ölçüde takdir yetkisi olduğunun kabulü gerekir. Ancak uygulanan güç hiçbir biçimdedirencin kırılmasıamacının ötesine taşmamalı ve direnen kişiye eza verdirmeye yönelmemelidir. Bu bağlamda direncin kırılması amacının sağlanması için gereken ölçünün üzerinde kullanılan maddi gücün artık amacından saptığı ve salt fiziksel acı vermeyi hedeflediği sonucuna ulaşılması mümkündür. Bu şekildeki bir güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kabul ettiği sınırlar içinde kaldığının söylenmesi mümkün değildir. Öte yandan uygulanan gücün orantılı olup olmadığı değerlendirilirken yakalama kararıyla ulaşılmak istenen amaç ve direncin kırılması için seçilen aracın niteliği de gözönünde bulundurulur (Deniz Karadeniz ve diğerleri, B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 89).
  11. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, ulusal ve uluslararası mevzuatta da kullanımı yasaklanmayan biber gazı/göz yaşartıcı gaz kullanım usullerini yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı kapsamında, maddi güç kullanımının orantılılığı bağlamında denetlemiştir. Bu incelemelerde Türkiye Tabipler Birliğinin yayımladığıtoplumsal olaylarda kullanılan kimyasal silahlara ilişkin bilgi notunda Türkiye’de kullanılan gazın solunum darlığı, bulantı, kusma, tahriş gibi sonuçlarının olabileceğinin hatta çocuklarda, yaşlılarda, gebelerde ve kronik rahatsızlıkları olanlarda ölüme varabilecek vahim sonuçlar doğurabileceğinin belirtildiği hususu da dikkate alınmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 91).
  12. Yukarıda belirtilen olası etkileri gözetildiğinde bu tür gazların kullanılması, direncin kırılması için elverişli olan diğer araçların öncelikle denenmesi ve bunlardan bir sonuç elde edilememesi veya bir sonuç alınamayacağının somut olayın şartlarında açıkça anlaşılabilir olması koşuluyla hukuka uygun görülebilir (Deniz Karadeniz ve diğerleri,§ 92).
  13. Somut olayda kolluk görevlilerinin müdahalesi önceden planlanan ve hazırlık çalışmaları yapılan bir operasyon olmayıp alınan ihbarlar nedeniyle 155 Polis İmdat hattı görevlilerince telsiz anonsu yapılarak iki polis memurunun olay yerine yönlendirilmesi sonucu gerçekleşen ve yaklaşık iki dakika süren bir müdahaledir. Kolluk görevlilerinin -olay yerine koşarak gelen diğer kolluk görevlisi ile birlikte- iki kişi olması, kendilerine karşı direnen ölenin bu sırada yerde yatıyor olması ve bunlardan daha önemlisi 14 yaşında bir çocuk olması, sahip olduğu fiziksel kuvvet ile silah veya silah sayılan benzeri saldırı vasıtası taşıdığı yönünde bir şüphenin bulunduğunun da ileri sürülmemesi dikkate alındığında kolluk görevlilerinin çocuğun kaçmasını veya direnç göstermesini engellemeleri için alternatif tedbirleri almalarının mümkün olduğu anlaşılmıştır. Bir başka deyişle 14 yaşında olup silah ve benzeri bir vasıtaya da sahip olmayan bir çocuğun yaratacağı tehlikenin bedenî kuvvet bakımından da çocuğa göre her biri ayrı ayrı avantajlı olan iki kolluk görevlisi tarafından önlenemeyecek, müdahalede yetersiz kalınacak düzeyde olması düşünülemez. Bu nedenle kolluk görevlisinin başvurucuların yakınına karşı biber gazı kullanmak suretiyle maddi güç kullanmasının orantılı olduğundan söz edilemeyecektir.
  14. Dolayısıyla kolluk görevlisinin başvurucuların yakınının ölümüne etkisi olan biber gazı kullanması şeklindeki müdahalenin orantılı olmadığı kanaatine varılmıştır.
  15. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  16. Yaşam Hakkının Usul Boyutu Yönünden
  17. Genel İlkeler
  18. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 54).
  19. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten ya da saldırı veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali gidermek, dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 55).
  20. Bununla birlikte etkili soruşturma yükümlülüğü, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa’nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 56).
  21. Yaşam hakkına ilişkin ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için öncelikle soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmesi gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeni veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Bu kapsamda yetkililerce tanıkların ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemelerinin ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için soruşturma konusu olayın gerektirdiği mümkün olan tüm tedbirlerin alınması, olayın gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve soruşturma sonucunda verilen kararın -yaşam hakkına yönelik bir müdahale varsa bu müdahalenin- Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99;Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73).
  22. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin belirli bir makamın iznine bağlanması hukuk devletinde makul görülebilir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş,B. No: 2013/7907, 21/4/2016, § 106).
  23. Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen istisnalar dışında- kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş,§ 107).
  24. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel ilkeleri gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan etkili soruşturma yükümlülüğünü ve kamu görevlilerinin soruşturulmasının izin şartına bağlı olmasını düzenleyen kurallar bütününün birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlanması gereklidir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş,§ 108).
  25. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

– Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, § 96),

– Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmesi (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

– Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

– Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30) gerekir.

  1. İlkelerin Olaya Uygulanması
  2. Başvurucular ifadelerinin alınmadığından, soruşturmanın tarafsız yürütülmediğinden ve soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeterli makul şüphe bulunduğu hâlde soruşturma izni verilmemesi nedeniyle kolluk görevlilerinin cezasız bırakıldığından yakınmaktadır (bkz. § 44).
  3. Başvuruya konu olayda İzmir Valiliği, soruşturmayı yürütmek üzere İçişleri Bakanlığından müfettiş görevlendirilmesini istemiştir. Bu doğrultuda İçişleri Bakanlığı ön inceleme yapmak üzere bir mülkiye başmüfettişi ve bir polis başmüfettişi görevlendirmiştir. Ön inceleme yapmak üzere görevlendirilen başmüfettişler kolluk görevlileri ile diğer tanıkların ifadelerine başvurmuş, gerekli gördükleri delilleri toplamıştır. Bu kapsamda da soruşturma izni verilmemesi görüşünü içeren ön inceleme raporunu sunmuşlardır. Anılan rapor doğrultusunda Kaymakamlık, kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.
  4. Başvurucular soruşturmanın İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılması nedeniyle tarafsız bir şekilde yürütülmediğini iddia etmiştir. Ön incelemeyi yürüten başmüfettişler, haklarında soruşturma yürütülen kolluk görevlileri ile aynı hiyerarşik çatıyı paylaşmadıkları gibi hakkında soruşturma yapılan kolluk görevlilerinin ön incelemeyi yürüten başmüfettişlerin delilleri toplamalarına ve inceleme yapmalarına ilişkin işlemlere katıldıklarına veya işlemleri yönlendirdiklerine dair bir iddia da başvurucular tarafından ileri sürülmemiştir. Bu durumda ön inceleme için görevlendirilen başmüfettişlerin sırf görevli oldukları birim nedeniyle soruşturmanın tarafsızlığının zedelendiğinden söz edilmesi mümkün görünmemektedir.
  5. Başvurucular her ne kadar ön inceleme sırasında ifadelerine başvurulmadığını iddia etmişlerse de 2/2/2018 tarihinde başvurucu Binali Camgöz’ün ifadesine başvurulduğu anlaşılmakta olup diğer bir başvurucunun ise kolluk görevlileri tarafından ifadesinin alınması için çağrıldığı ancak ifade vermeye gelmediği, bu duruma ilişkin tutanak düzenlendiği tespit edilmiştir.
  6. Soruşturma izni prosedürünün amacı kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri ileri sürülen suçlardan dolayı gereksiz ithamlarla karşılaşmamaları, bu şekilde her türlü endişeden uzak tutulmaları suretiyle kamu hizmetlerinin aksamaması için iddia olunan suçlar bakımından ceza soruşturmasına geçilmeden önce bir ön inceleme yapılmasıdır. Ön inceleme, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri iddia olunan bir suç konusunun soruşturulması kapsamında yetkili idari merciler tarafından gerçekleştirilen ve sonucunda idari veya adli yönden işlem yapılması için soruşturma açılmasına gerek olup olmadığı biçiminde bir karara varmak üzere yürütülen idari bir incelemedir. Bu incelemede isnat edilen suç konusu eylemin gerçekliği genel hatları ile kapsam ve niteliği, çerçevesi, delillerinin neler olduğu gibi hususlar araştırılır (Dilek Genç ve diğerleri,B. No: 2014/3944, 1/2/2018, § 77).
  7. Gerek idari nitelikteki ön incelemenin gerekse soruşturma izni verilmemesi işlemine karşı yapılan itirazları değerlendiren idari yargı organlarınca yapılacak olan inceleme ve değerlendirmelerin soruşturma izni prosedürünün ceza yargılamasının işleyişini geciktirecek ve soruşturmanın etkin şekilde yürütülmesine engel olacak şekilde uygulanmasına ya da kamu görevlilerinin ceza soruşturmasından muaf tutulduğu izlenimi oluşmasına izin vermeyecek şekilde yapılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir (Dilek Genç ve diğerleri,§ 78).
  8. Bölge İdare Mahkemesi kararında kolluk görevlileri hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte yeterli ve makul şüphe bulunmadığı belirtilerek soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine karar verilmiştir. Anılan kararda itiraz nedenlerinin hangi gerekçelerle kabul edilmediğine ilişkin herhangi bir açıklamada bulunulmadan sadece idarenin görüşü doğrultusunda bir sonuca ulaşıldığı görülmüştür. Bölge İdare Mahkemesi kararının soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekliliğini karşılamadığı, yaşam hakkına yönelik müdahalenin ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermediği, bu değerlendirmelerin de yer alabileceği bir soruşturma ve gerektiğinde kovuşturma yapılmasını engellediği anlaşılmıştır.
  9. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
  10. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
  11. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucular; ihlalin tespit edilmesini, yargılamanın yenilenmesini istemiş ve toplam 750.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  2. Anayasa MahkemesininMehmet Doğan([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
  3. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
  4. İncelenen başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Bölge İdare Mahkemesi kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
  5. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin gereken işlemler yapılmak üzere Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
  6. Öte yandaneski hâle getirmekuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 225.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  7. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. 1. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  3. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
  4. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
  5. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekli işlemler yapılmak üzere İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. İdari Dava Dairesine (E.2019/580, K.2019/734) GÖNDERİLMESİNE,
  6. Başvuruculara net 225.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
  7. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
  8. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  9. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Similar Posts

One Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir